KİMLİK 28. BÖLÜM
Gece geç vakitlere doğru sakallı adam balkonda boş boş otururken akşam olanları düşünüyordu. O sırada Erkan'ın kapısı açıldı. Henüz hiç uyumadığı göz altlarına düşmeye başlayan mor halka izlerinden belli oluyordu. Sessizce mutfağa geçerken sakallı adamın hala orada olduğundan habersizdi. Eline bir bardak su alıp sade bir abajurun yandığı oturma odasının koltuklarından birine oturdu. Dirseklerini dizlerinin üzerine koyup suyu damla damla yudumlamaya başladı. Su bittiğinde bardağı sehpaya bırakıp arkasına yaslandı. Başını ta geriye yasladı. Bir süre tavanı izledi. Sonra derin bir nefes alıp gözlerini kapattı. Yaşadığı her şey bir kabustan farksızdı. Bir de üzerine bu akşam yaşadıkları...
Yaşadığı can sıkıntısı onu olumsuz düşüncelere itiyordu. Artık hiçbir yer onun için güvenli değildi aslında. Kim bilir burada kendini ele vermesi kaç gün sürecekti? Hem sakallı adamın peşindekileri yakalaması şimdiye kadar mümkün olmamıştı. Belki adamlar izini çoktan bulmuş, onun işini bitirmek için uygun bir anı bekliyorlardı. Bu düşünceler içini iyice daraltmıştı. Hızlıca yaslandığı yerden doğrulup derin derin derin nefes aldı.
"Uyuyamadın mı?"
"Hih!"
"Korkuttum mu?"
"Ya Mehmet abi, oda zaten yarı karanlık, sessiz sessiz gelip oturmuşsun karşıma. Bir de korkuttum mu diye soruyor musun? Şimdi anneannem olsa kesin "Allah tependen baksın" derdi.
"Canım ne bileyim, amacım korkutmak değildi. Seni burada otururken görünce biraz laflarız diye düşündüm."
"Laflarız diye düşündün. Biz... Biz mi laflayacağız? Senin konuşmak yerine daha farklı yöntemler kullandığını sanıyordum."
"Ooo, formumuzdayız. Maşallah, laflar dizi dizi. Sence bana laf sokuyor olabilir misin?"
Erkan umursuzca dudak büktü. Kırgınlığı yüzüne yansımıştı. Kelimeler ağzından zorla dökülüyormuş gibi kısık sesle cevap verdi.
"Yok canım, ne haddime. Sana laf söyleyipte kolumu kırmanı, canımı acıtmanı istemem. İyisi mi ben gidip yatayım." deyip ayağa kalktı.
Sakallı adam haksız olduğunu biliyordu. Alttan almayı tercih etti.
"Yapma be oğlum. Hadi otur şuraya da adam gibi konuşalım."
Erkan sakallı adamın yüzüne baktı. Bir iki saniye öylece boş boş bekleyip sonra yavaşça geri oturdu. Sakallı adamın konuşmaya başlamasını bekliyordu. Her ikisi de bir süre sessiz kaldı. Sonra sakallı adam söze başladı.
"İşimi kolaylaştırmayacaksın değil mi?"
Erkan cevap vermedi. Sadece otururken birleştirdiği iki elinin parmak uçlarını 'Ne dememi bekliyorsun?' der gibi yana doğru açıp yeniden birleştirdi.
"Anlaşıldı. Tamam... Akşam biraz ileri gitmiş olabilirim."
"Biraz mı? Sadece biraz mı?"
"Tamam, kabul ediyorum, fazla ileri gitmiş olabilirim ama inan canını yakmak istememiştim."
"Abi canımı yakmak ne ya? İstersen canımı al. Bunun önemi yok ki."
"Nasıl yani? Öyleyse,"
"Mehmet abi, niye beni o kızın yanında küçük düşürüyorsun? Can düşmanımın bu durumdan mutlu olmasına nasıl izin verirsin anlamıyorum."
"Haaa, sen ona bozuldun."
"Evet ona bozuldum. Daha önce de canımı yakmıştın. Muayenehaneye geldiğin o lanet olası ilk günden beri defalarca canımı yaktın. Hiçbir şey dedim mi? Abi sen beni vurdun yaa."
Sakallı adam hatasını yeni yeni anlamıştı.
"Hepsi seni hayatta tutmak için be oğlum."
"Tamam, haklısın. Defalarca da hayatımı kurtardın. İnkar etmiyorum."
"Ben bu konuya bu kadar takılacağını düşünmemiştim. Bırak ne isterse onu düşünsün."
"Düşünmesin hatta mümkünse hayat boyu bir daha karşıma çıkmasın."
"İyi ama bu durumun sebebini biliyorsun. Seni hayatta tutmak,"
Erkan sakallı adamın sözünü kesti.
"Abi bırak onun sayesinde hayatta kalacağıma kör bir kurşunla can vereyim daha iyi. Zaten nasıl olsa bulacaklar beni."
"Yooo, o kadar uzun boylu değil. Kızdığın için böyle konuşuyorsun. Bu işten hepimiz yüzümüzün akıyla ve sağ salim çıkacağız. Hiç kimsenin burnu bile kanamayacak. Ve madem bu kızın düşünceleri senin için önemli daha dikkatli davranmaya çalışırım."
"Yok artık! Mehmet abi ben öyle mi dedim?"
"Evet."
"Hayır öyle demedim. Aksine düşmanımın önünde küçük düşmek istemiyorum, dedim."
"Tamam işte. İkisi de aynı kapıya çıkar."
Erkan sakallı adama 'Yapma nolur!' der gibi baktı.
Sakallı adam eline koz geçirmiş babacan ama gıcık bir ifadeyle pişkin pişkin konuşmaya başladı.
"Onu bunu boş ver de barıştık mı onu söyle."
Erkan, başını kaldırıp ne söylese işe yaramayacağını anlamış gibi cevap verdi.
"Barışmadık desem bir şey fark edecek mi?"
Sakallı adam tavrını sürdürüyordu.
"Yoo, etmez ama yine de barışalım biz." deyip gülümsedi. Sonra ayağa kalkarken, Erkan'ı da kolundan tutup kaldırdı.
"Bunun için güzel bir yol biliyorum."
"Barışmak için mi? Neymiş?"
"Sabahtan beri açsın öyle değil mi? İnat ettin, kızın yaptığı yemeği de yemedin."
"Sen bana nasıl baktığını gördün mü? Kesin benim tabağıma zehir koymuştur."
"Aman neyse. Şimdi sana mutfakta şahane bir omlet yapalım. Karnın bir doysun, kan şekerin bir düzelsin. Hem bence sen o yüzden böyle sinirlisin. Yemek yeyince görürsün hiçbir şeyin kalmaz."
"Mehmet abi, şu zeytinyağı gibi üste çıkmaların var ya öldürecek beni."
"Boş yapma hadi. Yoksa bir el ense çekerim, kolunu falan da kıvırırım ."
Erkan zoraki mutfağa yürürken cevap verdi.
"Bilmez miyim? Yaparsın."
"Hadi hadi, nazlanma."
"Nazlanmıyorum."
"Sana öyle geliyor. Küçük bir çocuktan farkın yok."
"Mehmet abi, bakıyorum hem suçlusun hem güçlü."
"He he. Hadi yürü. Sana mükemmel bir omletin sırlarını öğreteceğim."
Erkan'la sakallı adam, bu yarı hesaplaşmalı sohbetinin ardından yemeklerini yeyip yattılar. Sabah hiçbir şey olmamış gibi her şey yeniden başlıyordu.
"Hadi bakalım sayın hocam, ilk iş günün hayırlı olsun."
"Hocam mı? Bu sözü ne zamandır duymamıştım. Özlemişim."
O sırada içeri giren kızın tavrı dünden farklı değildi. Kahvaltı hazırlıyordu ve durumdan memnuniyetsizliği her halinden belli oluyordu. Sakallı adam kıza baktı. Sonra Erkan'a göz ucuyla 'Yardım etsene.' der gibi başını o tarafa çevirdi. Erkan oralı olmadı. Bu sefer sakallı adam devreye girdi.
"Buğlem, bir gelsene buraya. Serkan, sen de git kahvaltıyı hazırla."
"Ney? Kim?"
"Eee, hadi alışın artık. Beğenseniz de beğenmeseniz de bundan sonra bu isimleri kullanacaksınız. "
Sonra gülümsedi. Hatta hafif böbürlenerek devam etti.
"Bakın ben alıştım bile."
Sonra kıza dönüp devam etti.
"Buğlem, dün akşam senin nerede çalışacağını söyleme fırsatım olmadı. Sen de bir ilaç firmasında yönetici asistanı olarak çalışacaksın."
Kız şaşırmıştı.
"Daha iyi bir iş olamaz mı?"
"Maalesef. Şimdilik elimizden gelen bu."
Sonra dalga geçer gibi devam etti.
"İstersen çok çalışır, ileride firmanın başına geçersin." Sonra ne olduysa birden fazlasıyla ciddileşti. Sinirli ve gergin hali boynunu kırtlatmasından anlaşılabiliyordu.Hemen hemen hiç konuşulmadan geçen kahvaltının ardından herkes olması gereken yerde işbaşı yapıyordu.
...........
"Günaydın. Ben yeni biyoloji öğretmeni Serkan Arda YİĞİT. Müdürle görüşecektim."
"Hoş geldiniz hocam. Ben size yolu göstereyim."
...
"Müdür bey, yeni biyoloji öğretmeni geldi. Buyurun hocam."
Erkan'ı gören müdür koltuğundan hafifçe kalkıp tokalaşmak için elini uzattı.
"Hoş geldiniz."
"Hoş bulduk. Sağ olun. Ben Serkan Arda YİĞİT."
"Biliyorum Serkan Bey. Adınızı duyduk."
Erkan şaşkındı.
"Duydunuz mu?" Sonra kendini toparladı. Gülümsemeye çalışarak,
"İnşallah güzel şeyler duymuşsunuzdur." dedi.
"İyi iyi. Arkadaşlar sizden çok bahsetti."
"Öyle mi? Kim bu arkadaşlar? Ben tanıyor muyum acaba?"
"Tabi canım. Müdür yardımcımız Sinan Bey. Aynı zamanda tarih öğretmenidir. Diğer arkadaşlara da anlatmış. Herkes sizden bahsediyor" dedi. Sonra da Erkan'ı içeri getiren hizmetliye döndü.
"Hasan, bir bak bakalım Sinan Bey meşgul mü? İşi yoksa buraya kadar bir gelsin. Haa, bir de bize üç çay getir."
Sonra Erkan'a döndü:
"Öğretmenler çaysız duramaz değil mi Serkan Bey?"
"Yaa, evet"
"Hocamı duydun, üç demli çayı da unutma."
"Hemen müdür bey."
Erkan çok telaşlanmıştı. Muhtemelen kimin yerine geçtiyse bu müdür yardımcısı onu tanıyordu. Kalbi deli gibi atmaya başlamıştı. Sinan Bey her kimse o gelmeden buradan çıkmalıydı. Ne bahane uyduracağını bile düşünmekte zorlanıyordu. Müdür ellili yaşların sonlarında, görmüş geçirmiş, zeki bir adama benziyordu. Bir problem olduğunu hemen fark etmişti.
"Hayırdır Serkan Bey, bir problem mi var?"
"Hayır müdür bey. Yalnızca,"
"Ali Osman."
"Efendim,"
"Adım Ali Osman ACAR. Müdür bey demek zor gelir bazılarına. Ali Osman Bey deseniz de fark etmez. İkisi de olur."
Erkan gülümsemeye çalıştı.
"Teşekkür ederim müdür bey. Çok düşüncelisiniz."
Müdür gülümseyip biraz da merakla sordu.
"İnşallah siz de okulumuzla ilgili kötü şeyler duymamışsınızdır."
"Yo, hayır."
"Öyle mi? İyi şeyler mi duydunuz?"
Müdürün şaşkın ifadesi Erkan'ı da şaşırtmıştı. Bir an ne dese bilemedi.
"Aslında pek bir şey duymadım. Gelişim biraz apar topar olunca."
"Doğru haklısınız. Hoca hanım erken doğum yapınca biz de ne olacağını düşünmeye başlamıştık. Malum, ha deyince öğretmen bulmak zor ama sizin zamanlamanız mükemmel oldu. Çocuklar da boşta kalmayacak. Bu arada siz ders programını da bir inceleyin. Problem yoksa hoca hanımın kaldığı yerden aynı programla devam edelim. Varsa bir sıkıntı Sinan Hoca halleder zaten."
Erkan gülümsemeye çalışırken en nihayetinde oradan uzaklaşmak için geçerli bir sebep bulabilmişti. Yavaşça ayağa kalktı. "Müdür bey, ben eve henüz yeni yerleşiyorum da, bugün eşyalarımı," diyordu ki, müdür de gülümseyerek ayağa kalktı.
"Hah, Sinan Bey de geldi." dedi.
Sonra gülümsemesini arttırdı.
"Sinan Bey, bak senin meşhur Serkan Bey nihayet geldi. Anlata anlata bitirememiştin."
Erkan'ın yüzünden boynuna süzülen ter damlası yakasından gömleğinin içine kadar uzandı. Kaçınılmaz sonu geciktirmek ister gibi geriye dönmese de Sinan Bey tam arkasında duruyordu.
"Serkan Hocam hoş geldiniz."
Artık köşeye sıkışmıştı. Belki bir yanlış anlaşılma ya da isim benzerliğinden dem vurup bir şekilde durumu örtbas etmeliydi. Boğazını ısrarla sıkmakta olan ilk gün kravatını belli belirsiz gevşetip yavaşça arkasına döndü. Döner dönmez de kalbinden vurulmuşçasına sarsıldı. Karşısında şık takım elbisesi, düzgün ve hafif uzun saçı, uzun boyu, sinekkaydı tıraşıyla dimdik ayakta duran kişi, sakallı adamdan başkası değildi. Şaşkınlıktan neredeyse küçük dilini yutacaktı. Sadece,
"Hoş bulduk." diyebildi. Sinan Bey tokalaşmak için elini uzattı. Erkan'ın gözleri istemeden sakallı adamın yüzüne sabitlenmişti. Durumu müdür odasının açık kapısında bir anda beliren genç matematik öğretmeni Eliz Hanım bozdu. Biraz mahcup, gülümseyerek,
"Özür dilerim müdür bey. Misafiriniz mi vardı?" dedi.
"Gel hoca hanım gel. Artık misafirimiz sayılmaz. Kendisi yeni biyoloji öğretmenimiz Serkan Bey."
Eliz Hanım gülümseyerek "Öyle mi? Hoş geldiniz Serkan Bey." derken tokalaşmak için elini uzattı.
"Çok memnun oldum."
Erkan gülümsedi. Elini uzatırken,
"Ben de çok memnun oldum hoca hanım."
"Eliz."
"Peki... Çok memnun oldum Eliz Hanım."
Bu tatlı tanışmanın ardından Eliz Hanım elindeki toplantı metnini müdür beye imzalatıp, çene hizasındaki küçük gamzesiyle herkese gülümseyerek odadan çıktı.
28. Bölüm Sonu