"Adamın anlattığı yerde bir şey yokta ne demek?"
"Komiserim, adamın dediği yerde kimseyi görmedik. Muayenehaneyi de aradık ama orada da kimse yoktu. Sadece caddenin köşesinde birkaç damla kan izine rastladık ama bu olayla bağlantılı mı bilmiyoruz. Yine de örnekler alındı."
"İlginç. Adam koşarak nefes nefese karakola gelip yardım istiyor. Muayenehaneye gelenlerden, yaralı bir adamdan söz ediyor ama ortada ne yaralı var ne de bir olay. Sadece caddenin köşesinde birkaç damla kan izi, öyle mi?"
"Evet komiserim aynen öyle."
"İlginç. Adam doktorum diyor."
"Doğru efendim. Muayenehanenin kapısında da adı var."
"Peki genç bir doktor neden böyle sahte bir bilgiyle karakola gelsin ki. Karanlık bir iş. Belki çete işi, belki de bir hesaplaşma, kan davası vesaire vesaire. Sorgulamaya devam edip iyice bir sıkıştıralım bakalım ifadesinde çelişecek mi?"
8. Bölüm Sonu
KİMLİK 9. BÖLÜM
O sırada Murat baş komiser yanlarına yaklaştı. "Sorun nedir?" Baş komiseri gören iki poliste toparlandı. Murat baş komiserin disiplin konusundaki titizliği ve adalete verdiği önem herkes tarafından biliniyordu. "Efendim, şu az önce yardım istemek için gelen doktorun anlattıkları." Murat baş komiser bu cümlenin altından bir şeyler çıkacağını anlamış bir tavırla sordu. "Evet, nolmuş onlara." Komiser biraz da çekinerek olayı özetledi.
"Efendim, anlattıklarını araştırdık fakat doktorun sözlerinin doğruluğunu kanıtlayacak kayda değer bir ip ucu bulamadık."dedi.
"Sahte ihbar diyosun..."
"Maalesef efendim. Ben yine de sorguya devam edip, biraz sıkıştırayım diyorum." Murat baş komiser kaşlarını çatarak sözleriyle olmasa da mimikleri ve ses tonuyla komiseri eleştirdi.
"Neye istinaden?"
Komiser, Murat baş komiserin yapmak istediği sorgulamaya karşı olduğunu anlamıştı ama yine de derdini anlatmaktan geri kalmak istemedi. Az önce konuşmakta olduğu polis memurunun yanında azarlanma fikri de sinirlerini bozmuştu fakat bir polis olarak üstlerine karşı gelemezdi. Aklından geçenleri bir kenara bırakıp tekrar konuşmaya başladı.
"Efendim, belki bir bağlantısı varsa sıkıştırınca çözülebilir diye düşündüm."
Murat baş komiser hiçbir şey söylemeden etrafa bir göz gezdirdi. Sol gözünü kısıp, dudağını bükerek, burnundan derin bir nefes alıp yine burnundan yavaşça verdi. Sonra tekrar komisere dönüp ses tonunu biraz yumuşatarak, "Bundan bir şey çıkmaz. Fazla hırpalama çocuğu. Sorgusunu bitir de gönder." Komiser durumdan memnun olmasa da emri onayladı.
"Peki baş komiserim."
İstediği cevabı alan Murat baş komiser yine gözlerini kısarak etrafı bir kez daha kolaçan edip koridor boyunca ilerleyip yavaş adımlarla uzaklaştı. Ardından komiser de sorgu odasındaki Erkan'ın yanına geri dönmek için ilerledi.
Bütün bu olup bitenlerden habersiz olan Erkan içeride köşeye sıkışmış gibi hissediyordu. Masada birbirine kenetlediği ellerinin üzerine inanılmaz ağrıyan başını koymuştu. Komiserin tekrar içeri girdiğini gördüğünde her şeyin yeniden başlamasından endişe ederek aklından geçenleri ardı arkasına sıralamaya başladı.
"Bakın, ben bir şey yapmadım. Sadece o sakallı adamın söylediklerini yaptım. Bana hızlıca koşmamı, buraya gelmemi söyledi. Silahı vardı."
Komiser az sonra Erkan'ı serbest bırakacağı halde birazda gözünü korkutmak için sert bir şekilde sorgulamaya devam ediyordu. "Yani biri sana bunları karakola söyle dedi, sen de gelip bizi oyalamaya çalıştın öyle mi?"
Erkan bu gereksiz suçlamaya karşı kendini savunmaya çalışıyordu.
"Hayır hayır, sandığınız gibi değil. Kesinlikle sizi oyalamak gibi bir niyetim yoktu. Ben ben korkmuştum. Silah sesleri vardı. Adam bana, var gücümle bir polis karakoluna ulaşana kadar koşmamı söyledi. Ben gerçekten korkmuştum. " Erkan bunları anlatırken ses tonu giderek düşüyordu. Sonra birden durdu. Kendini anlatmaktan, masumiyetini ispatlamaktan ümidini kesmiş gibi görünüyordu. İki elini masaya düz bir şekilde koydu. Beş on saniye gözlerini kapatıp duraksadıktan sonra yeniden açıp, başını kaldırmadan boğuk bir sesle "Neden inanmak istemiyorsunuz? Ben suçlu değilim." dedi.
Erkan'ın sorgusunu devam ettiren komiser de bir an için susup arkasına yaslandı. Erkan bütün bu yaşadıklarından oldukça hırpalanmış ve yorulmuştu. Saçları dağılmış, gözlerinin altı çökmüştü. Sağ elini masadan kaldırıp alnını ovmaya başladı. Komiser, bunaldığı her halinden belli olan Erkan'a bir süre sessizce baktı. Sonra söylemekle söylememek arasında tereddüt eder gibi Erkan'ı biraz daha süzdükten sonra, "Aslında sana inanmak istiyoruz doktor. Ama sözünü ettiğin yerde böyle bir olaya rastlamadık." dedi.
Erkan duyduklarına bir an tepki bile veremedi. Komiserin söylediklerini anlamakta zorluk çekiyordu. Ciddi anlamda şoka girmiş gibi oldu. Eğdiği başını kaldırdı. "Nee! Anlamadım... Rastlamadık derken, ne demek istiyorsunuz siz? Nasıl olur?" Olayın şokuyla yüzüne yansıyan çocuksu ifade gülümsemeyle karışık şaşkınlığa dönüşmüştü. "Ama ama nasıl olur? Oradaydı. Yardım istiyordu. Yaralı bir adam vardı. Nasıl olur? Nasıl olur?"
Komiser Erkan'ın bu halinden doğru söylüyor olabileceği kanaatine varsa da ortada olmayan yaralı ve anlatılan asılsız olaylar nedeniyle ısrar etti, "Bak doktor, belli ki rahat büyümüşsün, her istediğin olmuş. Böyle bir macera yaşamak istemiş de olabilirsin ama polisi gereksiz yere meşgul etmek suçtur. Bu yüzden bu geceyi nezarette geçirmen gerek."
"Ne! Beni hapse mi atacaksınız ama neden? İnanın doğru söylüyorum. Muayenehaneme bakın. Orada olmalılar."
"Senin demene gerek kalmadan baktık zaten doktor. Muayenehanende kimse yok."
"Yok mu! Hiç kimse mi? Ya yaralı adam, bir yere gidecek hali yoktu."
"Uzatma doktor. Yok işte hiç kimse! Allah Allah ya! İlla nezarete attıracaksın kendini!"
Komiserin bu tehditkar sözlerine duyan Erkan durumunu anlatamamanın sıkıntısını yaşıyordu. "Lütfen beni nezarete atmayın ya da atın. Ama o sakallı adamı bulun lütfen. Yaralıydı, vurdular onu."
Erkan'ın ısrarı komiseri daha da kızdırmıştı.
"Doktor, daha fazla kafamı bozmadan bırak hikaye uydurmayı da fikrimi değiştirmeden evine git."
"Eve mi gideyim? Nasıl, yani beni bırakacak mısınız? Peki sakallı adam?" Komiserin ses tonu biraz daha yükseldi.
"Doktor! Her an fikrimi değiştirebilirim. Sen baş komisere dua et. Bana kalsa seni hayatta bırakmazdım!"
Bu söz üzerine Erkan daha fazla ısrar etmenin bir faydası olmayacağını anlayıp, itirazından vazgeçti. Zaten hiçbir şeyi kanıtlayacak durumda değildi. Bir süre sessizce durduktan sonra ümitsizce masanın üzerinde birleştirdiği ellerine çenesini ve dudaklarını dayadı. Komiserin kaşları oldukça çatık, yüzü bir o kadar gergindi. Odada ayağa kalkıp Erkan'ın oturduğu sandalyenin arkasında ve masanın etrafında ileri geri bir süre yürüdü. Her adımının sesi duyulabiliyordu. Sonra bir şey söylemek ister gibi Erkan'a baktı ama her ne söyleyecekse vazgeçmiş olacak ki yeniden bir iki adım atıp, ortalığı daha da gerdikten sonra yanındaki iki polis memuruna dönüp, "Arkadaşı gönderelim." dedi. Komiserin talimatıyla iki polis memuru Erkan'ı kollarından tutup odadan çıkardı.
Koridorda ilerleyip, polis memurunun gösterdiği sandalyeye oturduğunda kafası karışık olmanın çok ötesinde allak bullaktı. Bir süre daha bazı belgelerin hazırlanmasını beklerken gözlerini belli bir noktaya sabitleyip olanları düşünmeye devam etti fakat olaylara hiçbir mantıklı açıklama getiremiyordu. Kendi kendine durmadan "Nasıl olur?" diye tekrarlayıp durdu. Kısa süre sonra karakoldaki polis memurlarından biri yanına eğilip,
"Gidebilirsiniz." dedi.
Erkan polis memurunun sözlerini bile hemen idrak edemedi. Hala şaşkınlığını atamamıştı. Kendi kendine söylenmeye devam ederek ne yapacağını bilemeden ayağa kalktı. Kapıya doğru ilerlerken aklında cevapsız sorular çalkalanıp durdu.
Kafası karışık halde karakoldan çıktığında hayalle gerçek arası bir alemde gibiydi. Hava serinlemişti. Yüzüne vuran soğuk, ardından tüm vücuduna dalga dalga yayıldı. İçi ürperdi. Elleriyle kollarını ovuşturdu. Üşümesine rağmen soğuk hava biraz daha kendine gelmesine neden olmuştu. Bütün bu yaşadıklarının mantıklı bir açıklaması olmalıydı ama yoktu. Kendini gerçekten çok kötü ve çaresiz hissetti. Bir an önce evine dönmek istiyordu. Vakit hayli geç olmuştu. İlk gördüğü taksiye elini uzatıp, on beş, yirmi dakikalık bir yolculuktan sonra evine döndü.
Apartmandan içeri girip evinin kapısına geldiğinde her ihtimale karşı paspasın altına koyduğu yedek anahtarı ilk kez işe yarayacaktı. Anahtarı yavaşça çevirip içeri girdi. Saatlerdir sorgu odasında tepesinde yanan ışık onu fazlasıyla yorduğu için aydınlatmayı açmadı. Sokak lambalarının da yardımıyla yarı aydınlık odasında her zaman oturduğu koltuğuna düşercesine kendini bıraktı. Öylesine yorgundu ki bütün kafa karışıklığına, açıklayamadığı olaylar silsilesine rağmen başı koltuğa düştü. Bir süre gözleri kapalı, tüm vücuduna yayılan yorgunluğu hissetti. Başı, kolları, boynu, gözleri her yeri ağrıyordu. Bütün bu yaşadıklarının bir rüya olmasını tüm kalbiyle diledi. Bir süre sonrada yorgunluğuna yenik düştü.
9. Bölüm Sonu